REFİ’
CEVAD ULUNAY’IN KALEMİNDEN, 9 OCAK 1959
ASDİK
AĞA
Musikimizin
büyük üstadlarından Asdik ağa, parlak eserleriyle tanınmış bestekârlarımızdandır.
Bestelerinde san’at hüviyetini pek bariz surette anlatan bir hususiyeti vardır.
Za manında bütün musiki mehafilinde hürmet ve takdir görmüş, hattâ musiki
münakaşalarında reyine müracaat edilecek kadar şöhreti olmasına rağmen, maalesef
İbnülemin Mahmut Kemal Bey’in (Hoş Seda)’sında o da unutulmuş, şarkıları bütün
revnak ve şaşaası ile el’an terennüm edilirken ondan iki satırla olsun
bahsedilmemiştir. Biz âcizane bu noksanı ikmal etmeyi ve büyük musikimizin
büyük üstadlarına karşı, bilerek veya bilmeyerek yapılan bu kadirnâşinaslığı
telâfi eylemeyi düşündük.
Asdik
Ağa İstanbulludur, 1858 de Ortaköy’de doğmuş, çocukluğunda bile tahta
parçalarının üzerine lastik gererek oynamak suretiyle musikiye karşı olan
hevesini izhar etmiştir. Yaşı ilerledikçe musikiye olan meyil ve muhabbeti de
büyümüş, tanınmış hocalardan eserler geçerek gittikçe tekâmül eylemiş ve klâsik
musikimizin esasını teşkil eden âsarı öğrenmiştir. Asdik Ağa’nın mahfuzatı pek
zengindi. Bir faslı idare eylediği zaman kendisine refakat eden hanende ve
sazendeler böyle bir üstad ile beraber okumak ve çalmaktan fahr ü şeref
duyarlardı. Asdik Ağa, Türk musikisine karşı sonsuz bir takdir ile bağlı
bulunan Mısır hanedanının teveccüh ve iltifatına mazhar olmuştu. Uzun seneler
bu hanedan âzasına musiki hocalığı yapmıştır.
Devrinin
en kuvvetli notacısı olduğu için Mısırlı Prens Halim Paşaya alt koleksiyonu
hazırlamak ve yazmak suretiyle kendinden sonrakilere birer sağlam vesika teşkil
edecek eserlerin tesbitini temin eylemiştir. Mısır Hidivi İsmail Paşanın
biraderi Prens Mustafa Fazıl Paşa Zekâi Dede merhumu nasıl takdir ve himaye
eylemişse Halim Paşa da Asdik Ağa’yı öylece takdir ve himaye ederdi.
O
zamanlar Yeniköy’deki Sait Halim Paşa yalısı, bir musiki akademisi gibi idi.
İstanbul’un bütün tanınmış hanendeleri, sazendeleri, bestekârları, üstadları
orada toplanırlar, yalının denize nazır salonlarındaki billûr avizelerden
süzülen ziyalar, Boğazın fıkırdak dalgalarının üzerinde altın ve gümüş
menevişler resmederken, dört başı mamur bir fasıl heyeti bu menevişleri mu’tenâ
fasılların bâkir nağmeleri ile süslerdi.
O
zamanlar Boğaz, şimdiki gibi sahilleri dolduran kahveler, aşçı dükkânları,
zenci cazbandları ile bir panayır yeri değildi. İstanbul, vakur bir zevkin
neşvesini tatmayı tattırmayı bilirdi. Mehtap, denizi sahilleri bir nur şelâlesi
ile gümüşlerken hanım iğnesi piyadeler, futalar, sandallar, kikler hattâ kıç
üstüne halılar serilmiş balık kayıkları, varkalar, salapuryalar, gondollarla
birbirine kenetlenmiş zevk kafileleri sazla sözle mehtaba kasideler
söylerlerdi.
Böyle
bir neşve kervanı suyun akıntısı ila yalının önüne gelince hemen ağalar,
uşaklar, sofracılar, kilerciler büyük gümüş tepsilerle şerbetler, limonatalar,
dondurmalar koştururlar, herkes derin bir sükût içinde bir insan bülbülünün
şakımasını dinlerdi. Taksim, meselâ hicazkâr kürdide karar verir, o zaman büyük
bestekârın bu makamdan hazırladığı takıma girişilir, çenber, muhammes, nakış
ağır ve yürük semaîleri ile dinleyenler cuş u huruşa gelirlerdi.
Nâleye
başlayalım şevk-i-gül-i-rûyin ile
Şöyle
kim bülbül-ü-nâlendeyi hâmûş edelim
Semaîsinde
hakikaten bülbüller de susar, insan şeklindeki hemcinslerini dinlerlerdi.
Asdik
Ağa’nın pek çok asarı vardır. Bu meyanda ekseriya okunan:
Hançer-i-ebrûsu
saplandı dile
Gamze-i-fettânı
verdi velvele
Çeşm-i-mestin
hasretile cism ü cânı dağlarım
Kare
gözlüm kareler giydim seninçün ağlarım
Gibi
şarkıları hâlâ lezzetle dinlenmektedir.
Asdik
Ağa 1913’te vefat etti, oğlu Boğos efendidir.