28 Temmuz 2016

Tanburi Cemil Bey'in vefatının 100. yıldönümü


Klasik Türk Musikisinin virtüözü Tanburi Cemil Bey 1873 yılında İstanbul'un Molla Gürani semtinde dünyaya geldi. Babası İşkodra vali muavini ve Beyoğlu Ceza Mahkemesi üyelerinden Mehmed Tevfik Bey, annesi ise Zihniyar Hanım'dır. Üç yaşındayken babasının vefatı üzerine amcası Refik Bey'in himayesi altında ilk tahsilini mahalle mektebinde tamamladı.

Rüşdiyeden sonra birer yıl Hamidiye Ticaret Mektebi ile Mekteb- i Mülkiyye-i Şahane'de okudu; ancak ikisini de bitiremedi. Ayrıca özel hocalardan Fransızca dersi aldı. Musikideki ilk bilgilerini bu sıralarda ağabeyi Ahmed Bey'den edindi. Kemani Aleksan Ağa'dan Hamparsum ve Batı notasını öğrendi. 15 yaşındayken tanbura başladı ve iki yıl gibi kısa bir sürede kendini tanıtmayı başardı. Bu sırada Tanburi Ali Efendi ile tanıştı; ondan genel musiki bilgileriyle klasik mektebin esas karakterine ait incelikleri öğrendi. 20 yaşına doğru kemençe, lavta ve viyolonselde de virtüözlüğünü kabul ettirdi.
19 Ekim 1892'de Babıâli Tercüme Kalemi'nde mülâzım olarak göreve başladıysa da bu çok kısa sürdü, 2 Kasım'da Hariciye Nezâreti Umûr­ı Şehbenderî Kalemi kâtipliğine geçti. Daha sonra bu görevde başkâtipliğe yükseldi ve kendisine II. Abdülhamid tarafından ikinci rütbe Mecîdî nişanı verildi. II. Meşrutiyet'ten sonra Hariciye'deki görevinden kendi isteğiyle ayrıldı ve 1912'de açılan Dârülbedâyi'in musiki bölümünde bir müddet hocalık yaptı. Oğlu Mesut Cemil'in bildirdiğine göre 28 Temmuz, İbnülemin Mahmut Kemal İnal'e göre ise 5 Ağustos 1916 tarihinde Aksaray'daki evinde vefat etti ve Merkezefendi Mezarlığı'na defnedildi. Ancak bugün mezarının yeri bilinmemektedir.

Eline aldığı herhangi bir sazı kısa bir müddet sonra çalabilmesiyle tanınan ve Türk musiki tarihinin en büyük tanbur virtüoözlerinden olan Cemil Bey besteciliği, icracılığı ve teknik katkılarıyla Türk musikisine büyük eserler sunan bir sanatçıdır. Uygulanan teknikle elde edilen değişik icra biçimleri onu çok ilgilendirmiş ve saza âdeta bir kişilik kazandırmıştır. Resmî görevinden ayrıldıktan sonra kendini tamamen musikiye vermiş, kimseden düzenli bir şekilde ders almamasına rağmen tanbur, lavta, kemence, ud ve viyolonseli aynı derecede maharetle çalmıştır. Zamanın tanbur tavrını temelinden değiştirerek daha hareketli, canlı bir üslûp ortaya koymuş ve bu hususta Türk musikisinde yeni bir çığır açmıştır. Bu arada tanburu bazen viyolonsel gibi kemence yayı ile çaldığı gibi lavtayı da tanbur tekniğiyle çalarak bu saza daha ince bir üslûp getirmiştir. Eskiden sadece kaba sazda kullanılan kemençeyi ince sazda da kullanılabilecek bir icra düzeyine kavuşturan Kemençeci Vasil'in (Vasilaki) taksim ve peşrev tavrından çok faydalanmış, onunla birlikte bu sazın iki klasik virtüözündan biri olmuştur. Notalarını genellikle Hamparsum ile yazar ve Türk musikisi nağmelerinin tespit ve muhafazası hususunda Hamparsum notasının Batı notasına nispetle daha değerli olduğunu söylerdi. Cemil Bey, ilk defa duyduğu bir eseri hemen ezberine alabilecek derecede hassas bir kulağa sahipti. Bestelediği saz eserleri ve sözlü eserlerle devrinin önemli üstatları arasında yer almış, taksimleriyle de büyük bir bestekâr olarak Türk musikisinde bu formu ihya edip ona müstakil bir hüviyet kazandırmıştır. Kovanlara ve taş plaklara doldurduğu taksimler, gerek teknik gerekse perde ve aralıklardaki müzikalite bakımından kendinden sonraki sazendelere örnek teşkil etmiştir. O zamana kadar çok az sayıda sanatçıda görülen, yepyeni öğelerden kurulu musiki cümleleriyle ve büyük bir ustalıkla çeşitli sazlarla meydana getirdiği musiki, dönemin en dikkate değer eserleridir. Onun için "geleneğin dışına taşmış, kabına sığmayan bir sanatkâr" denilebilir.

Peşrev, saz semaisi, longa, oyun havası ve şarkı formunda kırka yakın eser besteleyen ve sahip olduğu romantik ruh yapısı bütün eserlerinde hissedilen Cemil Bey'in, Türk musikisinin bu formlardaki seçkin eserlerinden olan peşrev ve saz semaileri içerisinde en ünlüleri şedd­iaraban ve ferahfeza saz semaileridir.